TOFAŞ, Dimitris Priftis ile sezona başlasa da kadro mühendisliği anlamında sınıfta kalan bir takım ortaya çıkmıştı.
Takım Basketbol Şampiyonlar Ligi’nden elenmiş, ligde de sıkıntılı bir periyoda girmişti.
Bu dönemde Bursa ekibi, kulübün ya da ailenin bir ferdi olan Orhun Ene ile tekrar yolları birleştirme kararı aldı.
Aslında Orhun Ene, sezon ortası takım almaya sıcak bakan bir koç değildi. Ancak TOFAŞ ile arasındaki bir iş ilişkisinden ziyade bir gönül bağına sahip olması, 2 tarafın tekrar yakınlaşmasını sağladı.
Koç değişikliği oldu, fakat sonuçlar gelmedi. Ancak yapılan bir kamp, kafaların tamamen temizlenmesine ve yeni bir sayfa açılmasına neden oldu. TOFAŞ, 9’da 8 yaptı ve son haftaların en formda ekibi olarak play-off’a adım atıyor.
Eurohoops, Orhun Hoca ile bir araya geldi. Değişenleri, kulübün içindeki atmosferi ve gençleri sordu, Orhun Hoca da büyük bir samimiyetle yanıtladı.
Sadece basketbol düzeninden bahsedersek sizin geldiğiniz ortam kaotik bir ortamdı aslında. Küme düşme yarışı iç içeydi ve TOFAŞ küme düşme yarışına doğru göz kırpıyordu. TOFAŞ’a geldiğinizde nasıl bir ortam vardı?
– Sıkıntılı bir dönemdi. Kulüp açısından, oyuncular açısından sıkıntılı bir dönemdi. Alınan sonuçlar kötü olsa da esasen TOFAŞ potansiyelli bir takımdı. Bazen takımlar kötü başlangıçlar üzerine geri dönüşler yapamadığı dönemler oluyor. Bu anlamda 3-4 tane tecrübeli, oynadığı düzeyde de fark yaratacak oyuncularla birlikte genç Türk oyuncu yapısıyla birlikte esasında yukarıya da çıkabilecek bir takımdı. Bu tarz takımlar bazen iyi gidip fark yaratıyorlar bazen de kötü gittiklerinde de özgüven sorunu yaşadıklarında da saha içerisinde kendi potansiyellerinin çok altına düşüyorlar.
İlk yarı sonucunda TOFAŞ takımı aşağıya doğru bir düşüşteydi ve fikstür anlamında da zor bir fikstürü vardı. Bu tabii esasında gerginlik ve stres ortamı yaratıyor. O yaratılan gerginliğin ve stresin olduğu yerde de direkt olarak etkilenen ilk faktör performanslar oluyor. Özellikle bu işte küme düşme korkusu olduğu zaman o şampiyonluğa oynamaktan da daha zor bir şey. Yani psikolojik tarafı daha zor bir şey. Esasında baktığınız zaman pratikte şampiyonluğa oynamak için 16 takımın olduğu yerde 15 takımı geçmeniz gerekiyor, küme düşmede ise altınızda 2 takımı geçtiğiniz zaman ligde kalabiliyorsunuz ama küme düşmeye oynamak çok dramatik. İnsanların hayatlarında, profesyonel olan bizlerin hayatında iyileştirilmesi zor izler de bırakıyor. O anlamda kulüplerin de oyuncuların da antrenörlerin de görmek istemediği kabus bunlar.
Öyle bir atmosfer bizi etkiledi. Yani ben geldiğimde de oyuncuların üzerinde de bu anlamda bir çekingenlik var. Bir şekilde bir maç kazansak her şeyi düzelteceğiz ama bir türlü istediğimiz maçı kazanamıyoruz. Kulübün de o anlamda bir gerginliği vardı. Tabi olayı çok da dramatize etmenin bir anlamı yok. Bunlar bir şekilde galibiyet geldikten sonra, bu hava dağıldıktan sonra sanki hiç yaşanmamış gibi ortadan kalkacak şeylerdi ama açıkçası zor bir süreçti. O sürecin sonrasında da zaten bunu düzeltme adına geçen, bu dengeyi sağlama adına geçen ikinci bir süreç yaşandı.
Bir Manisa maçını hatırlıyorum ben. Son çeyrekte neredeyse hiçbir şey üretemeyen, hücumda acı çeken bir TOFAŞ vardı. O maçın ardından da TOFAŞ iki maç daha kaybetti ama o tip bir takımı bir daha sahada görmedik. Sizce milat o muydu?
– Karşıyaka maçından sonra biz Antalya’da 5-6 gün beraber çalışma ve antrenman yapma süreci bulduk. Oraya gitmenin esasında birçok takım için anlamı olmayabilir ama bizim için tekrardan yeni bir takım kuruyoruz, yeni bir başlangıç yapıyoruz fikri üzerinden oyuncuları da buna ikna ederek 5-6 gün beraber çalışalım ve bu işi düzeltmek için hem fiziksel olarak hem de konsantrasyon olarak %100’ümüzle buraya odaklanalım diye gidilen bir yerdi. Bizim miladımız buydu.
Orada iyi bir çalışma fırsatı bulduk. O çalışma fırsatı yeni bir koçun gelip yeni bir düzenle de oyunculara direkt olarak müdahale ettiği zaman bıraktığı etki her zaman olumlu olmuyor. Bazen siz işleyen olumlu taraflara da zarar verebiliyorsunuz işlemeyen tarafları düzeltme adına. Antalya’da bir şekilde o aranın olması bizim için biraz daha oyunculara istediklerimizi daha iyi anlatma anlamında, kendimizi ifade etme anlamında daha çok antrenman yapma fırsatı verdi. Bence milat orası.
Oradan sonra biz iyi basketbol oynamaya başladığımızı ve bir şeyleri değiştirmeye başladığımızı görüyorduk ama bunları sonuca yansıtamıyorduk. Tabi hem oyuncuların olsun hem de teknik ekibin olsun buraları çok iyi yönetebilecek tecrübesinin olması benim için de bir avantaj oldu. Bu süreçte Antalya’da yaptığımız o kampla birlikte esasında her ne kadar kazanamasak da Galatasaray NEF ve Türk Telekom maçlarını da iyi oynadığımız dönemlerin sonunda eski sorunlarımızla kaybettik. Orada kaybettiğimiz maçları bir kenara koyarsak esasında çıkışımız başlamıştı, sadece sonuca yansıtamamıştık.
2023 yılının basketbolunda, hem hücum hem de savunmada bu kadar hacim kapladığı bir takımda ben Deon Thompson’ı hep zararlı hücre olarak görüyordum. Onun kesilmesi, takımdan gönderilmesiyle ve aynı zamanda Manek’in gelişiyle birlikte hücumun da geometrisi sanki tamamen değişti. Siz ne düşünüyorsunuz?
– Buna Milton Doyle’u da eklemek lazım. O da önemli bir faktör. Bu takımda böyle bir performansla oynayabilir ama başka takıma koyduğunuzda, muhakkak ki eksileri var ama farklı kullandığınızda artılarını da ortaya çıkarabilirsiniz. Ancak kendine benzeyen uzunlarla kendine benzeyen uzunların yarattığı ofansif spacedeki onun tarzındaki oyuncunun çok olmasının yarattığı sıkıntıyla takım için çok tercih edilen bir oyuncu olmayabiliyor.
Bizim özellikle kısalarla birlikte baktığınızda topu daha az yere vuran ve daha çok alanı açabilen yani dış şutta, uzak mesafeden çember tehdidi olan bir oyuncuyu koyduğunuzda o zaman onun yarattığı etkiyle Manek müthiş bir katkı sağlıyor. Bu sadece bizim o dönemde teknik anlamda böyle bir hamleye ihtiyaçtan dolayı böyle bir karar alınmıştı. Bir gün başka bir takımda ben antrenörken, Deon Thompson gibi bir oyuncuya ihtiyaç varken o da dışarıdan gelerek farklı bir katkı sağlayabilir ama bu takım gerçekten hücum tehdidinde alanı açması gereken bir takım.
Özellikle de 3 tane topu yere vurup topla üretmek isteyen oyuncu olduğu zaman Boubacar, Ege Demir, Manek gibi oyuncuların daha az topa sahip olarak daha fazla üretebileceği bir takım kimyası var.
Milton Doyle’den bahsettiniz. Doyle, Gaziantep’te oynarken yanında top dominant iki oyuncu vardı. QJ Peterson ile Jarmar Gulley. Biz o sebepten onun yarı saha hücumundaki özelliklerini görememiştik. TOFAŞ’ta bambaşka oynuyor. Onun önemi sizin için ne kadar büyük, böyle bir rolü oynamasını ondan beklemiş miydiniz?
– Ben beklemiştim. Yarı saha hücumu için çok önemli bir oyuncu. Yarı saha hücumunda oyun artık %70 pick and roll üzerine kurulmuş, inşa edilmiş yarı saha hücumları görüyoruz. Bazen de işte pick and pop üzerine oluyor. Milton Doyle’nin yarı saha hücumundaki saha görüşü ve sahanın içerisinde pick and roll 2’ye 2 gözükse de rakip takım diğer 3 kişiyle de hücumu durdurmaya çalışıyor ve onun için de bu yarı saha hücumunda geniş alanı gören sahaya hakim oyuncular sizin hücumunuzdaki pas opsiyonunu arttırıyor. Milton Doyle’nin de böyle bir özelliği var.
Pick and roll’ü çok iyi oynayan bir oyuncu ve onun bu özelliği de Boubacar Toure’yi de bir anda işin içinde çembere çok daha yakın hale getirdi ve Manek’i de dışarıdan bir tehdit olarak eklediğinizde oyunda çok daha kolay basket bulmanızı sağladı.
Geçen sezon Antep takımının hücum zenginliğindeki, o açık alandaki kolay sayı kapasitesi, biraz daha yarı saha hücumundan uzaklaştırıyorlardı onları. Bu da Milton Doyle’i en iyi olacağı yere gelmeden onlar sayı atma beceresini gösteriyorlardı ve bu da onların zaten ligi ilk 4’te bitirmelerini sağlamıştı. Milton Doyle bu yetenekleri öyle bir takımda çok fazla kullanabilecek bir alan bulamıyordu ama benim dikkatimi çok çekiyordu. Bu tip pick and roll yeteneği olan oyuncuları EuroLeague seviyesinde çok görüyoruz.
Bilhassa takımlar, forvetten de ikili oyun oynayabilecek profilleri, bu derinliği arıyorlar ve bu tarz profillerde günümüzde hem EuroLeague hem de NBA’de en aranan profiller.
– Muhakkak öyle. Yani yarı saha basketbolunda bütün bir alanı bu kadar iyi değerlendirip pick and roll oynayan oyuncu çok değerli bir hale geliyor. Onun burayı çok iyi oynayacağını biliyordum.
Hem Manek de hem de Doyle de şöyle bir sıkıntı vardı. onlar bir sezon oynadılar ve üstüne de playoff oynayarak buraya çok yorgun geldiler. Onları dinlendirmemiz de gerekti. Milton Doyle ufak tefek sakatlıklarla geldi, çok aktif olamadı ilk maçlarında bu da oyun içinde top kayıplarına sebep oldu.
5 aşağı, 5 yukarı aksaklıklar olsa da öncesinde çizdiğimiz şablona oturan bir basketbolu sahada ortaya koyduk. Bence bizim adımıza da çok önemli bir tecrübe oldu. Ben daha önceden böyle bir şeyi yaşamamıştım. Böyle bir şeye karşıydım. Sezon ortası bir takımı alıp daha önce çalışmadığınız, sezon öncesi hazırlığı yapmadığınız bir takımı bu seviyede sezonun ortasında, bu kadar da psikolojik sorunun sonrasında, özgüven sorunu sonrasında ikna etmenin, belli bir basketbol seviyesine getirmenin zor olacağını düşünüyordum.
Ancak bunu TOFAŞ kulübü olduğu, burada daha önce çalıştığım bir ekip olduğu, idari ekibin de bana destek olacağını bildiğim için bu görevi kabul ettim. Bu da benim için önemli tecrübe oldu. Tersi de olabilirdi. Bunlar kolay şeyler değil. Çünkü çok hassas dengeler var. Sezon ortası olduğu için hata yapma lüksünüz yok. Seçtiğiniz oyunculardan bir tanesi sorunlu çıksa veya bir tanesi teknik anlamda istediğinizi alamasanız bu tam tersi de olabilecek kırılganlıktaydı.
3 tane büyük maç galibiyeti var. Efes, Bursaspor, Fenerbahçe’ye karşı. Aslında çok sayıda galibiyet var ama bunlar belki biraz daha sivriliyor. Bu maçlarda bazen Rob Gray’i, bazen Milton Doyle’u, bazen de Arturas Milaknis’i yabancı tercihleri arasında görmedik. 3 büyük maçta 3 farklı yabancı tercihleri var. Aslında kağıt üzerinde de 5 en iyi yabancı net ama bir koç olarak bu kararları almak zor haliyle. Büyük riskin büyük ödülleri de oluyor. 3 maç planının tutmuş olması size ekstra bir özgüven getirdi mi?
– Bizim işimizin en büyük zorluklarından bir tanesi bu. Bizim bazen dışarıdaki insanlar tarafından anlaşılamama sebebi de bu. İşin içinde bulunup bunu yaşayan insanlar bir kararı alırken arkasında bu kararı ona aldıracak faktörleri, olayları belli bir süreçte yaşadıktan sonra o kararı alıyor. Bugün seninle birlikte herhangi bir takımla ilgili ikimiz de bir tespitte bulunalım. Takımı mesela Fenerbahçe veya Efes diyelim. Hangi yabancılar kadroda bulunmalı desek ikimizin de fikri vardı ancak bu fikir koçun kafasındaki fikirden çok farklı olabilir. Çünkü koç onlarla uzun süre yaşıyor ve yaşarken de bazı olaylar oluyor.
Her gün kalkıyoruz işte belli bir insan olarak o gün yapmamız gerekenleri yapıp akşam eve dönmüyoruz yani ofiste çalışan insanlar değiliz. Biz, insanlarla çalışan ve insanların davranışlarıyla birlikte onları yönetmeye çalışan bir iş yapıyoruz. Bu işte de o insan davranışları bir takımın parçası oluyorsa orada takımın parçasındaki uyumu 12 tane adamla sağlamamız ve bunlardan da maksimumum performansı almamız gerekiyor. Bazen oyuncuların iyi, kötü günleri oluyor, bazen ufak tefek sorunlar yaşıyorlar. Basketbol bu tarz olayların performans üzerinde o kadar etkisi olan bir oyun ki bunları yönetirken de bir gün bir karar alıyorsunuz ve o kararın sonucunda da bir maç oynuyorsunuz. Aldığınız karar birçok insanın alacağı karara uymuyorsa maçı kaybettiğiniz zaman eleştiriliyorsunuz. Aldığınız karar insanlara uymasa da sonucu alıyorsanız orada hatalı bir karar alsanız da siz doğru yapmış gibi gözüküyorsunuz.
Benim rahmetli kayınpederim Gündüz Tekin Onay, eski futbol antrenörüydü. Antrenörlüğe başlarken benimle çok zaman geçirmiş ve tecrübelerini paylaşmıştı. Bir gün bana bir hikayesini anlattı. Antrenörlük yapmadığı dönemde gazetecilik yapıyor ve Beşiktaş’tan sorumlu olarak Milliyet gazetesinde spor yazarlığı yapıyor. Milliyet gazetesinin spor bölümü editörü, rahmetli Gündüz ağabeyden Beşiktaş maçlarıyla ilgili yazmasını istiyor. O da bir şartla yazmak istiyor. Ben takımı eleştireceksem Beşiktaş’ın antrenmanlarına 1 hafta boyunca girmem gerekiyor. Bir antrenörü eleştireceksem yani eğer yan toplardan gol yiyorlarsa o hafta yan toplardan gol yememeyle ilgili bir çalışma yaptıysa golü yediği zaman gerekli önlemi almıştır ancak oyun bu, orada antrenörü eleştirmenin bir anlamı olmaz. O zaman ben de işimi doğru yaparım diyor. Yani işte her insanın gelip antrenmanlara bakarak doğru eleştiriyi yapma şansları yok.
Bence en önemli detay, hayat içerisinde antrenörler bir bilgisayar gibi olmasa da kafalarında bir sürü veriyi topluyorlar ve bu veriler doğrultusunda bir karar alıyorlar. Bu kararların çoğu mantık ve teknik anlamda bilimsel olmasa da sporun dinamikleriyle doğru örtüşen kararlar oluyor. Bazıları da duygusal oluyor ama inanın bazı oyuncuları seçerken böyle kararlar alsak da bu sadece benim kararım olmayıp teknik ekipte 4-5 kişiyle konuşarak yaşanan olaylar sonucunda bu karar alınıyor.
Böyle kararlar aldık. Günün sonunda büyük bir yüzdeyle alınabilecek en iyi sonuçlar alındı. Mesela Galatasaray maçında Rob Gray’i oynatmadık. Oynamadığı o maçta belki oyunun sonunda Rob Gray’in birebirleriyle topu çembere atabilirdik.
Özgüvenden bırakmıştık, oradan devam edelim. Özgüven ve TOFAŞ kelimelerini yan yana getirdiğimizde bir oyuncu diğerlerinden daha ön plana çıkıyor. O da Rob Gray. Çok yetenekli bir oyuncu ancak siz gelene kadar TOFAŞ hücumunda dönem dönem kara delik gibiydi. Onun CV’sine sahip bir oyuncu yabancı sınırında tercih edilmeyen bir isim olmayı kaldırmakta güçlük çekebilirdi. Gray’in buna reaksiyonu hem pozitif oldu, hem de oyununu değiştirdi. Yere çok sağlam basan bir lider haline geldi. Bu dönüşüm nasıl oldu?
– Bence Rob Gray topu eline aldığı zaman atmayı düşünen oyuncular kategorisinde bir isim. Bu önemli bir özellik. Bir oyuncunun skor üretme kapasitesi ve skor üretme adına kararlılığı bir takım içerisinde, tabii eğer bunu yardımlaşan savunmalarda topu dağıtma anlamında kullanmadığında dezavantaj olsa da kendinizden yukarıda takımlara karşı oynadığınızda herkesi birebirde tutabilecek seviyede savunmacıların olduğu üst düzey takımlar, yardımlaşarak oralarda pozisyon vermek yerine birebir şekilde tutmak isteyen takımlara karşı iyi bir silah.
Rob Gray’in oyun tarzı da bu. İlk başta bazı sıkıntılar oldu. O topu atmanın, takım üzerindeki etkilerini konuştuk. Bu anlamda Rob Gray şöyle bir özel oyuncu; her zaman topu elinde isteyen bir oyuncu değil. İlk 5 başlamama, belli zamanlarda kenarda oturma gibi noktalarda müthiş bir profesyonel. Bunlarla ilgili hiç sorun çıkarmayan, sırasını bekleyen bir oyuncu.
Esasında biz bir şeyini değiştirmedik. Onun bunu kabullenme ve bu şekilde de basketbolunu oynama beceresi olduğu için buna uyum sağladı. Böyle daha iyi olacağımızı söyledik, o da bunu kabullendi. Bu tip bir oyuncuyu bu kadar kolay bir şekilde ikna etmek de önemliydi. Sonrasında Fenerbahçe maçında 8 asist gibi hem topu paylaşıp hem de skor atarak faydalı oldu. Ondan sonraki maçlarda da 22-23 dakikada 16-17 sayı gibi skorlara daha az sürede, daha az top atarak ulaşması onun da bir şekilde bu şeye uyum sağladığını gösteriyor.
Bazen çok fazla top kullanan oyuncunun bir anda olması bazen oyuncuların dengesini bozuyor fakat bizim takımımız öyle bir takım değil. Milton Doyle gibi bir oyuncunun da Tyler Ennis ile Rob Gray’in yanına girmesi, onların işini kolaylaştıracağını anladılar. Bu şekildeki birliktelik ve işi beraber yapma isteği de herkesin oyununu olumlu etkiledi.
Rob Gray yokken kazandınız. Milton Doyle yokken kazandınız. Burada bir oyuncuya şerh koymam lazım. O olmadan kazanmanın zor olacağı yönünde. Boubacar Toure. Toure, arkasındaki oyuncunun hem sakatlıklardan dolayısıyla çok oynayamaması, hem de ham olması nedeniyle takımda bence eşsiz bir yeri var. Sizle birlikte herkes performansını yükseltti ama onun yeri biraz daha farklı. Mesela Petkimspor karşısındaki performansı benim bu sezon ligde bir pivottan gördüğüm en iyi oyunlardan birisiydi. Bunu 8-9 alley-oop yaptığı için de söylemiyorum. Maçı adeta domine etti. Siz de hem fikir misiniz?
– Göstermiş olduğu performansı ligdeki diğer uzunlarla karşılaştırdığımız zaman ilk baştaki geldiği döneme göre hakikaten inanılmaz bir noktaya geldi. Boubacar Toure’nin esasında ofansif tarafının dışında gözükmeyen bir tarafı da var. Bizim savunmamızın da temel taşı. Hem çemberi savunma anlamında hem de pick and rollü savunma anlamında. Bu süreçte 14 tane maç oynadık ve onun özellikle savunma tarafındaki isteği ve arzusu biz defansif anlamında hiç beklemediğimiz bir yerden çok önemli bir yardım almış olduk.
Biz pick and rollü iyi savunmayan bir takımdık. Pick and roll’de bir şekilde uzunlar istenilen seviyeye gelmiyordu ve çok fazla yardımlaşma ihtiyacı duyuyorduk. O yardımlaşmaların sonucunda da akıllı takımlar topu iyi dolaştırdıklarında özellikle şutörlerini çok kolay buluyordu.
Boubacar Toure’den biraz daha agresifleşmesini, insiyatif almasını istedik. Aliağa Petkimspor maçından daha önemliydi bu. O maçtaki alley-oop’larda da bizim ofansif space’imizin çok önemli katkısı vardı. Bir tarafta Manek gibi bir oyuncu olduğu zaman, ondan yardım gelmesi zor olduğundan otomatik olarak Boubacar Toure, Tyler, Rob Gray ve Milton Doyle ile oynadığı pick and rolllerde tek başına kalıyor. Fakat savunma tarafında birçok oyuncunun yapmak istemeyeceği şeyleri yaptı. Bizim bu noktaya gelmemizde Milton Doyle ve Manek yeni oyuncular gibi gözüküyor ama Boubacar Toure de benim için yeni bir transferdir.
Sizin döneminizle birlikte rotasyona giren bir oyuncu daha var Ege Demir. Ege sakatlığı nedeniyle maçlar kaçırdı ve kariyer kilometresi de çok düşük ama o dönem dönem parıltıları görüyor insan sahadayken. Ona dair sizin planınız ne? Geçen yaz UCLA dedikoduları çıkmıştı bildiğiniz üzere.
– Bir kere buraya ilk geldiği günden beri onu takip ediyorum. Çok istekli, kendini geliştirmek istiyor. Onun en büyük sıkıntısı, basketbol yaşının çok az olması. Basketbola çok geç ve hiç bilmeden başlayan bir oyuncu. Bu kadar az basketbol sahasında olmasına rağmen çok hızlı bir şekilde birçok eksiğini kapattı. İnanılmaz bir atletik özelliği var ama o senin de belirttiği gibi kilometresi az olduğu için de eksikleri var.
Potansiyeliyle beraber EuroLeague oyuncusu gibi çemberi savunabileceği, o tempoyla screen yapıp olmadığında bir daha çıkıp bir daha devrilebilen, saha içerisinde hücumda sürekli hareket eden enerjik bir uzun gibi oynadığı dönem de var.
Ben burada kalmasının, bu takımın bir parçası olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Süreyi her yerde bulabilirsiniz fakat TOFAŞ’ın 15 dakikalık süresinin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü oyuncu bu 15 dakikada ileriye dönük oynayabileceği basketbolun sinyallerini verebilmesi adına sahaya sürülüyor. Yani biz yabancı oyuncuyu dinlendirsin diye bu oyuncuları öyle konumlandırmıyoruz. Bu oyuncular ileride bizim rotasyonumuzda nasıl daha fazla bize yardımcı olabilir diye bakıyoruz.
Ege Demir de Boubacar Toure gibi nasıl daha stabil bir performans sergiler diye bir planlama yapıyoruz. Gitmeyip burada kalarak çalışkanlığıyla süresini arttırması çok değerli. Bazen sahanın neresinde olduğunu, kimi tuttuğunu kaçırabiliyor. Enerjisiyle, heyecanıyla oynayan bir oyuncu ve farkı da onunla kapatıyor. Biraz daha rafine olması lazım. Enerjisini doğru yerlerde kullanılması lazım.
O gücü, enerjisi çoğu zaman faydalı olsa da bazen de zarar veriyor. Burada oyun, NCAA ve NBA’e göre farklı oynanıyor. Buradaki tecrübe de artık NBA için çok değerli olmaya başladı. Onun için geçen yaz doğru karar verdi. Önümüzdeki sezonlarda çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Yazın, kendi gelişiminin devam etmesiyle ilgili kulübün de çok değerli çalışması var. Kulüp de kariyer planlaması yapıyor. Burada kulübün de tabii Ege Demir’den ne kadar yararlanacağı tartışılır tabi. Bu tarz oyuncular bir seviyeye geldikten sonra kulüple fiziki teması bitiyor ama TOFAŞ buna o anlamda o kadar iyi bakan bir kulüp ki kendi yetiştirdiği oyuncunun en üst düzeyde olmasından mutluluk duyuyor.
Onun için önümüzdeki sezonun çok daha iyi olacağını, rotasyonda bize çok yardımcı olacağını düşünüyoruz. Geçmiş yıllarda yaşadığımız sorunlardan bazıları da genç kadroların iki ligi birden aynı seviyede oynayamamasıydı. Avrupa ile Türkiye Ligi’ni yönetmek için gerçekten fiziksel, atletik ve bir anlamda da tecrübeli takıma ihtiyacınız var ve bunu 10 oyuncuyla yapmanız lazım. Bu sene Ege Demir, Berke Büyüktuncel ve Özgür Cengiz’i de buraya koyuyorum.
Ligin en heyecan verici genç yeteneklerinden biri de Berke. Size Berke ile ilgili çok soru geliyordur. Evet, savunmadaki çok yönlülüğü ve 1’den 5’e kadar her pozisyonu savunabilmesi çok etkileyici. Ama ben, Bursa maçında onun sakinliğine de hayran kaldım. Abilerinin nabzı 180 atarken ikinci yarıda sanki idman maçı oynanıyormuş gibi çok rahat sayı üretmesi, bence maçın ibresinin size kaymasındaki en önemli faktörmüş gibi geldi. Hücumda biraz sınırlı kaldı bu sezon doğru, alt yapılarda daha fazla topla üretiyordu, topu yeren oyuncu olarak 4’ten ikili oyunla hücumu genişletebiliyordu. Sizin ona dair böyle bi planınız var mı? Geliştirmesi gerekenler neler?
– Önce Bursa maçıyla başlayayım. Bursa maçında ‘short roll’ dediğimiz yarım pick and rollerde bize çok önemli katkı sağladı. Biz o maçta Ege Demir ve Boubacar Toure’nin pick and rollerinden üretemedik. Perde kalitemiz de iyi olmadı. Bursa o anlamda bizi durdurdu. Uzunlarımız da iyi screen yapmadığı için sıkıntı yaşadık. Berke’den bunu istediğimiz zaman bir anda topu dağıtmaya başladı.
Bu benim için şunu gösterdi, bazen oyuncular için yapamadığı bir şeyi yapabilmek uzun sürebiliyor. Hadi yarım devril dediğinde her zaman yapamayabiliyorlar çünkü bütün alana hakim olmaları lazım, bu kolay değil. Berke’den bunu istedik, idmanlarda da anlattık.
Şöyle bir dezavantajı da var. Ondan 3 numarada da bir şey istiyoruz, 4’te de bir şey istiyoruz, 5’te de bir şey istiyoruz. Milli takım oyuncusu olması, milli takımda kendi yaşıtlarının üstünde maçlar yapması, onun zaten çok daha üst tarafta da bu tip teknik anlamda da basketbolun içerisinde çözüm üretebilecek bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Yaşı çok ufak. Yaşı ufak olduğu için de diğer birçok oyuncudan farklı şekilde A Takım’da kendine yer buldu. Geçmişe baktığınızda birkaç iyi özelliğinden A Takım’da yer bulmuş, süre bulmuş oyuncular var ama Berke enerjisi, savunması ve topu atmasının ötesinde o topu da paylaşabilmesiyle buraya geldiği için hücumu hala şekillenen bir oyuncu. Her şeyi yapabiliyor ama bazı şeyleri çok iyi yapması lazım. Bunları geliştirebilecek zamana sahip. 3’te 3, 4’te 4 atabilecek bir şut yeteneği var ama bazen yüzdesiz de atabiliyor. Onun bu seviyede tecrübesiz olmasından ve daha pozisyonu ve yapabileceği şeyler şekillenmedi. Bu süreçten sonra yavaş yavaş bazı konuları elimine edip basketbolunu şekillendirmesinde yardımcı olmamız lazım. Şimdi 5 numarada da oynatıyoruz ama esasında onun gerçek pozisyonu 3-4 arasında bir pozisyon.
4’e çeken bir 3.5 olarak mı düşünüyorsunuz?
– Ben onu maça göre karar veriyorum. Uzun 3 numaraların olduğu bir rakibe karşı o maçta 3 numarada kullanıyoruz savunmada dezavantajlı olmamak için. Manek bize bir avantaj verdiği için ondan vazgeçmemek adına onun yanına koyuyoruz ve onu devrilen oyuncu yapıyoruz ama esasında bence pozisyon tam 3.5.
İki tarafı da oynayan, dış şutu olan ve son maçlarda da sırtı dönük oyununu geliştirdiğini de gördüm ben. O fizikte 3 numarada kullandığınızda karşı takımı yardımlaşmaya itiyorsunuz. Çok enerjisi var, çok şey yapabiliyor fakat bunları doğru bir filtreden geçirerek doğru kararı vermesi için zamana ihtiyacı var. Bugün oynamış olduğu basketbolun çok daha üzerine çıkacağını düşünüyorum önümüzdeki sezon.
Az farklar olmayacak, büyük farklar olacak. Oyuncular tek sezonda inanılmaz bir sıçrama yapabiliyorlar. TOFAŞ’ın genç oyuncuları, 12 kişilik kadroyu tamamlamak için bençte bir yeri dolduran oyuncu olmadıklarını biliyorlar. Takımın ve koçun kendilerine ihtiyacı olduğunu biliyorlar, oyuncu oynarken de faydalı olması çok önemli. Onun için bence güzel bir planlama ve projenin parçası bu arkadaşlar.
Biz Türk Basketbolunda oyun kurucu yetiştirmekte son dönemde zorlanıyoruz. Sizce Özgür Cengiz, adı son dönem alt yaş gruplarında çokça zikredilen bir isim. Sizce Özgür, ileride milli takımın 1 numarası olabilecek kabiliyete sahip bir oyuncu mu?
– Özgür çok beğendiğim bir oyuncu. Eksikleri var, geliştirmesi gereken özellikler var ama bugün gelmiş olduğu sahada artıları çok fazla olan bir oyuncu ve ender sayıda isimde olan özellikleri var. O anlamda da ondan beklenti çok olabilir ama benim de tecrübelerim var. Şafak Edge, A Takıma çıktığında ben onun antrenörüydüm.
Evet, ben de ilk maçında salondaydım. EuroLeague ön elemesinde, Le Mans’a karşı Abdi İpekçi Spor Salonu’nda sahaya çıkmıştı.
Evet, 20 dakika kadar oynamıştı hatta. Onunla ilgili de böyle bir düşüncem vardı ama basketbol bazen oyunculardan kaynaklanan, bazen onların kontrol edemediği yerlerden kaynaklanan o günkü oyuncunun seviyesini ve ileriye dönük çıkacak potansiyelin onla ilgili beklentilerin dışında o seviyeye gelemeyebiliyorlar.
Bu anlamda Türkiye Ligi zor bir yer. Bu kadar yabancı varken genç oyuncunun yetişmesi için Türkiye zor bir ülke. Ender sayıda çıkıyor ama bu genç oyuncuların da bu işin parçası olması için de onlara destek veren bir kesim var. Onları da çok takdir ediyorum.
Biz yabancı oyuncuya çok çabuk hayranlık duyan ve çok çabuk sahiplenen bir yeriz ülke olarak. Burada zaten mevcut yabancı sayısının fazla olması var ve ligde en iyi yabancı oyuncuyu almakla ilgili bir yarış var. Takım kurulurken, takım planlanırken bu tip gelebilecek genç oyuncuların da bu işin olabileceği bir kimya da kurulmuyor.
İyi bir genç oyuncu varsa orada oynama şansı da olsa transfer marketinde 30-35 dakika oynayabilecek oyuncuyu alabiliyor kulüpler. O oyuncu sonrasında o sezon 5-6 dakika süre alıp gelişimi sekteye uğradığında bu çok kaale alınmıyor. Türk basketbolunda genç oyuncular zorluk çekiyor. Onun için bunu farkına varmış bir kamuoyu var. O kamuoyu çok destek oluyor ama bizde şöyle bir sıkıntı da oluyor: Bir projeksiyon var, herkes ancak bunun bir filme dönüşmesi, gerçekleşmesi kolay bir şey değil. Bugün 18 yaşındaki bir çocuğun sahada yaptıklarını görüp bu inanılmaz bir oyuncu olacak izlenimine kapılabiliyor insanlar.
Fakat o inanılmaz oyuncu olabilecek noktaya gelebilmek için orada bir süreç var ve o zorlu bir süreç. O sürecin de bir şekilde olduğunun farkına varması genç oyuncu için çok önemli. Birçok oyuncu etrafındaki insanlardan etkilenerek gelecekte açığa çıkacak performansla ilgili bugünden beklentiye giriyor ve bu beklenti de onun daha bazı şeylere ulaşmadan davranışını etkilemeye başlıyor, bazı şeylere ulaşmadan beklentilerini bir şekilde etkilemeye başlıyor.
Neticede basketbolcu olmak için yapılacak şeyler veya daha iyi oyuncu olmak için giden yol belli. Bu yolda istediğiniz kadar ben yarın böyle olabilirim diye düşünmeniz o süreç içerisinde beklenilen seviyeye gelmediğinizde gerçekleşmiyor. Bunu Banvit’te yaşadığım ve birçok oyuncuyla ilgili de bunu gördüm.
2-3 oyuncu o seviyeye ulaşırken birçok oyuncu ulaşamadı. Bunun da bu kısımdan olduğunu iddia etmiyorum tabii ki. Oyunculara yüklemiyorum ama bir sistemde sabırlı olmak gerekiyor. Bence sabırlı olup sondaki hedeften uzaklaşmadan çalışmaya devam etmek gerekiyor.
Özgür çok beğendim bir oyuncu ve o süreçte nelerle karşılaşabileceğini ve ne zorluklar yaşayabileceğini biliyorum. Elimizden geldiğince yardımcı olacağız ancak Türkiye Ligi’nde kolay kolay ortaya çıkmayacak yetenekte bir oyuncu. Doğru bir kulüpte, ona bir şekilde bu süreçte yardımcı olabilecek bir ekip var. Bizim en büyük hedeflerimizden birisi fark yaratan bir oyuncu yetiştirmek. Basketbolda her oyuncu değerli ama özellikle teknik anlamda oyun içerisinde oyuna müdahale edebilecek yetenekte isimler bu oyunu çok farklı bir noktaya getiriyor.
Biz bütün yetiştirdiğimiz altyapı oyuncularında A Milli Takım’da da fark yaratacak oyuncu olarak hedefi görüyoruz. Özgür de Berke’yle birlikte bu sınıfa giren önemli isimlerden biri. İnşallah bundan sonraki süreç bizim planladığımız gibi geçer. O anlamda o da bugün gösterdiği çalışmayı ve sabrı gösterirse, Özgür de o noktaya gelir. Burada benim üzerinde durduğumda en önemli nokta: Bu süreç kolay değil. Bunun mücadelesini hep beraber vermemiz lazım. Bu sadece bu iş olur diyerek olmuyor, bunun da farkında olmamız lazım.
Bu haber ilginizi çekebilir